Pazar, Kasım 27, 2011

EDWARD KEATING-FOTOFEST 2011



ED KEATING – ROUTE 66

“Önemli olan gidilecek olan yer değildir, seyahatin kendisidir”.

Serbestlik ve yirminci yüzyıl; bu sözü söyleyenin tekrar düşünmesinde fayda var.

Eğer Amerika’nın güneyindeydiyseniz sadece bir şehirden diğerine yürümekle bile özgürlüğünüzü, hatta hayatınızı riske atıyor olabilirdiniz. İşlememiş olduğunuz bir suç için, ya da serseriler gibi dolaştığınız için gözaltına alınmanız mümkündü. Hızlı bir şekilde yargılanarak ceza alıp, ardından da kefaletinizi karşılayan kişiye olan borcunuzu ödeyebilmek için bir çalışma kampında çalışmaya zorlanabilirdiniz-sadece bir siyah olduğunuz ve o an yanlış yerde bulunduğunuz için.

Ya da eğer bir hippiyseniz, Georgia eyaletine hiç yaklaşmamanız gerekirdi. Uyuşturucunuzu yedek lastik içerisine saklamak, arabanızın camlarını kapalı tutmak ve uzun saçlarınızı da şapkanızın altına gizlemek zorundaydınız.

Ama ne olursa olsun Amerika’ya özgü olan bu vazgeçilemez uzun yol yolculukları vardı. Connecticut’tan 1977 yılının sonbaharında ayrıldım ve zikzaklar yaparak California’ya kadar seyahat ettim.

Koltuğumun altında bir şişe içki ve aklımda bir ya da iki gece yanında konaklayabileceğim arkadaşlarımın listesi ile yola çıktım.

İlk durak Washington DC’ydi.

Ardından batıya yöneldim (Virginia’ya girmedim, çünkü arabamda Arlington’daki sahte bir adresi göstererek alınmış ve tarihi geçmiş bir Virginia plakası takılıydı), önce Fayetville, Arkansas ve ardından aşağı doğru Galveston’a. 

Altmış altı nolu yol üzerindeki Flagstaff’da arabamı ve eşyalarımı bir günlüğüne kaybedecek kadar sarhoş olduktan sonra, Los Angeles’a kadar tek parça olarak gitmeyi başardım.

California’ya çeyrek mil kala yolun kenarında süt ve balla dolu bir bölgeye girip burada bir mucizenin gerçekleşmesini bekledim, ancak bu asla gerçekleşmedi.

Onun yerine daha aydınlatıcı, yolculuk yaptığım bölgenin tamamen bir hata olduğuna dair daha gerçekçi bir mesaj aldım. Yolculuğa çıkarken tüm zorluklar da benimle gelmişti ve bundan kaçış yoktu.

Gerçekte “California”diye bir yer yoktu. Hatta 66 nolu yol da gerçek değildi. Sadece ben vardım: Varoluşumla ilgili bir ikilem yaşayan ben; coğrafyanın canı cehennemeydi.

California’da bende bir değişim oldu ve belki yolun da bunda bir payı vardı.

Devasa gökyüzü, sıcak ve kuru Mohave bölgesi, yüksek ve gösterişli, köknar benzeri zirveleri olan Arizona platosu. Açıklık ve boşluk; düşünmek, kıyaslamak ve tekrar kıyaslamak için sahip olunan zaman. 

Ve insanlar; hayatın güçlükleriyle benden çok daha başarılı bir şekilde başa çıkabilen sıradan insanlar.

Bu kadar sert ve bu kadar güzel bir doğadan, böyle gerçeklerden etkilenmeden, önemli değişimlere uğramadan geçip gitmek ne kadar mümkün olabilir ki.

Ve ardından, otuz yıldan fazla bir süre geçtikten sonra aynı bölgeye tekrar dönmek ve dolaştığım yerleri bulabildiğim kadarıyla tekrar gezmek, geçmişte attığım adımları takip etmek.

New York Times tarafından Amerika’nın Otoyolu, 66 nolu yol, yolların anası üzerine hazırlanacak olan bir yazı dizisi için bir çalışma. Yeniden sayısız yolculuk ve binlerce mil… bu yolculuğu asla yapamayanlar için, yolculukları kısa ve hayal alemleri dar olanlar için, kendini kaybedecek kadar sarhoş olup arabasını kaybeden ve hala onu arayanlar için.









Hiç yorum yok :

Yorum Gönder